Ruh Adam, H. Nihal ATSIZ’ın kaleme aldığı güzel bir roman. Yazar romana, çarpıcı bir masal ile başlıyor. Bu masal onuncu yüzyılda kaleme alınmış ve ilk kez bir Türk araştırıcı tarafından okunarak günümüz Türkçesine çevirilmiştir. Şimdi masalı okumanızı istirham ediyorum. Üzerine yazacak cümlelerim olacaktır. Sonra yazacaklarıma anlam veremez ve Andrej’in dediği gibi “Hiç birşey anlamadım” derseniz biliniz ki ben günahsızımdır. Arz ederim…
***RUH ADAM_ H. Nihal ATSIZ***
Kamlançu ülkesine bahar gelip de kuşlar ötüşmeye başlayınca, ağaçlarda ve yerlerde çiçekler açınca Yüzbaşı Burkay yine o büyük çam ağacının yanına geldi. Parlak bakışlı, ay yüzlü kızı orada gördü. Yüreğine od düştü. Yeryüzü gözüne karanlık oldu. Ona yaklaşıp şöyle dedi: „Yüzün aya benziyor. Kaşın yaya benziyor. Gözlerin yeşil alası. Saçların arslan yelesi. Yürüyüşün turna gibi. Salınışın suna gibi. Hangi yerden, kaynaktansın? Hangi boydan, oymaktansın?
Parlak bakışlı, ay yüzlü kız bir şey söylemedi. Yalnız gözlerini kaldırarak Burkay’a baktı. Bu bakışla onun kanını kaynattı. Yüreğini oynattı. İçine od düştü. Yeryüzü gözüne karanlık oldu. Kıza şöyle dedi: „Bakışların ışık mı? Saçların sarmaşık mı? Yıldız mısın, güneş mi? Alev misin, ateş mi? Neden sessiz bakıyorsun? Beni niçin yakıyorsun? Çiçek gibi her bir yanın. Söyle, nedir senin adın, sanın?
Parlak bakışlı, ay yüzlü kız bir şey söylemedi. Gülümseyerek Burkay’a baktı. Bu bakışla onun aklını başından aldı. Yüreğini derde saldı. İçine od düştü. Yeryüzü gözüne karanlık oldu. Kıza şöyle dedi: “Beni niçin üzüyorsun? Gözlerini süzüyorsun. Kirpiklerin paralıyor. Bakışların yaralıyor. Rengin sanki çiçekten. Bilmem hangi çiçekten? İster darıl, ister kız. Tek adını söyle kız!”
Parlak bakışlı, ay yüzlü kız gözlerini Burkay’ın gözlerine dikti. Kayalardan dökülen suların, kırlarda esen rüzgarın, ormanda öten kuşların sesinden daha güzel sesiyle şöyle dedi:„ Beşbalık’ta doğdumsa da Karluk kızıyım. Nice erin yüreğinde saklı sızıyım. Yüreğine od düştüyse zorlayıp söndür. Bilen bilir; adım, sanım: Açığma-Kün‟dür. Ölmemeyi istiyorsan yaklaşma bana. Belam çoktur, görünmeden dokunur sana…
Burkay‟ın yüreğine od düştü. Yeryüzü gözüne karanlık oldu. İyi yürekli kişi idi. Tanrı ‟ya ve insanlara karşı suç işlememişti. Tapıncağa gidip Tanrı’ya yalvardı. „Tanrım! Yüreğimdeki odu söndür‟ dedi. Kırk gün büyük çam ağacının yanına gitti. Her gidişte Açığma-Kün‟ü orada gördü. Her gidişte içindeki ateş yalazlandı. Her dönüşte tapınca kta Tanrı’ya yalvardı. Her yalvarıştan sonra bir daha çam ağacının yanına gitmemeye karar verdi. Fakat güneşin her yeni doğuşunda kızın hasretine dayanamadı. Verdiği kararı unutup çam ağacının yanına geldi. Kızın yeşil ala gözleriyle büyülenip kendinden geçti. Kırk birinci gün çam ağacının yanına gelince kızı bulamadı. Gözleri bulandı. Yüreği yandı. İçi sıkıntıyla doldu. Gün batıncaya kadar bekledi. Açığma-Kün gelmeyince onu çam ağacına sordu. Ağaç ah edip ağladı. „Onu ben de bekliyorum. Artık gelip bana yaslanmayacak‟ dedi.. Yaprakları dökülüp kurudu. Uçan bir akdoğan ah edip ağladı. „Onu ben de bekliyorum. Artık gelip beni koluna almayacak‟ dedi.
Kanatları çırpmaz olup otlara düştü, öldü. Yeşil otlara sordu. Otlar ah edip ağladılar. „Onu biz de bekliyoruz. Artık gelip bizi çiğnemeyecek” dediler. Yanıp duman oldular.
Burkay bezginleşip yerine, yurduna döndü. Açığma-Kün‟den başka bir şey düşünmez oldu. Tapıncağa gidip yalvardı, olmadı. Ekşi kımız içip esridi, kar etmedi. Tatlı şarap içip kendinden geçti, fayda vermedi. Kağan savaş açınca o da katıldı. Ölmek için atına zırhsız bindi. Oklar sağından solundan uçtu; biri değmedi. Kalkansız, tulgasız vuruştu. Kılıçlar sağından solundan geçti; biri vurmadı.
Yine yurduna döndü. Açığma-Kün’den başka bir şey düşünmez oldu. Benzi sarardı. Hasta olup yatağa düştü. Burkay’ın iyi yürekli bir evdeşi vardı. Erkeği iyi olsun diye okuyucular, bakıcılar, kamlar, bakşılar getirtti. Hiçbir ilaç, dua, hiçbir büyü fayda vermedi. Günden güne eridi, soldu, bitti. Ölecek hale geldi. Bir gece Açığma-Kün’ün adını sayıklayınca kadın işi anladı. Bütün Kamlançu’ya adamlar çıkarttı. Kırk gün aradılar, taradılar. Açığma-Kün bulunmadı.
Bir gün ihtiyar, çirkin bir büyücü kadın geldi. ‟Bunun derdine ancak Kilimbi çare bulabilir. O, şeytanların akıllısıdır‟ dedi. Burkay’ı şeytan Kilimbi’ye götürdü. Burkay ona yüreğini açtı. Sevdiği kızı anlattı. ‟Bana onu verirsen senin ordunda çeri olurum‟ dedi. Kilimbi başını salladı. „Yüreğin büyük derde girmiş. Kurtulmak zor. Buna çareyi bulsa bulsa Şeytanlar Başı Madar bulur‟ dedi.
Burkay’ın içi yandı. Gözü dumanlandı. ‟Hiçbir çare yok mu‟ diye sordu. Madar, başını salladı. Ellerini açtı. ‟Var‟ dedi. ‟Eğer evdeşini götürüp Ejderler Kağanı Naranta‟ya kurban adarsan Açığma-Kün’ü kaybettiğin yerde bulursun. Burkay hiçbir şey düşünmeden kabul etti. Gözünü sevda bürümüş, kanın çılgınlık yürümüştü. Evdeşini Naranta’ya adak verdi. Naranta, onu öldürüp yedi. Kadın ölürken ellerini göğe kaldırıp beddua etti: “Burkay! İyiliğe kemlik ettin. Tanrı seni bedbaht etsin. Kıyamete kadar, dünyaya her gelişinde ruhun ıstırap içinde çalkalansın” dedi. Tanrı bu dileği kabul etti.
Burkay, şeytan Madar’ın dediklerini yaptıktan sonra çam ağacının olduğu yere gitti. Kız gitti diye yaprakları dökülüp kuruyan çam yine yeşermişti. Açığma-Kün onun gövdesine yaslanarak duruyordu. Burkay yaklaşıp şöyle dedi: “Nerede kaldın ay bakışlı? Neden gittin inci dişli? Senin için hasta düştüm. Eller gezip dağlar aştım. Artık bana varmaz mısın? Derdime em vermez misin? Gel, benim ol çiçek yüzlüm! İpek saçlım, ışık gözlüm!‟
Açığma-Kün bir şey demedi. Büyülü gözlerle Burkay’a bakarak gülümsedi. Burkay’ın aklı başından gitti. Az kaldı kımız gibi eriyip akacaktı. Kıza yaklaşarak sıkı sıkı tuttu. Çiçek kokan yüzünü öptü. Onu evine getirip eş edindi. Fakat bununla derdi bitmedi. Açığma-Kün‟ü her gün biraz daha çok sevdi. Öpmekle doyamadı. Sevmekle kanmadı. Uçan kuştan kıskandı. Esintiden yüksündü.
“Sen insan değilsin. Peri Kan Katun’sun” dedi. Sevgisi durulmadı. Arzusu kırılmadı. Öpmekle kanmaz oldu. Sevgisi dinmez oldu. „‟Sen Peri Kan Katun değilsin. Tanrı Katun’sun” dedi. Bir gün ihtiyar, çirkin büyücü kadın yine geldi. „‟Bunun derdine ancak Madar çare bulabilir‟ dedi. Birlikte Madar’a gittiler. Madar güldü. „‟Sen Nızvanı cehennemine düşmüşsün. Eğer o da sana bir defa seni seviyorum derse bundan kurtulursun” dedi.
Burkay yurduna döndü. Açığma-Kün‟e „‟Beni seviyor musun?” diye sordu. Kadın, saçlarıyla onu sararak ne soracağını unutturdu. Bir ay geçti. Burkay „‟Beni seviyor musun?” diye yine sordu. Kadın onu öperek ne soracağını unutturdu. Böyle aylar geçti. Yıllar geçti. Burkay sevgiden çılgına döndü. Istırap ıstırap üstüne, keder keder üstüne çekti. Hekimler geldi, ilaç bulamadı. Bakışlar geldi, çare edemedi. „‟Seni ancak ölüm kurtarır. Açığma-Kün, Tanrı’nın cezasıdır” dediler.
Burkay büyük ıstıraplar içinde öldü. Ölürken yine „‟Beni seviyor musun?” diye sordu. Kadın onu saçlarıyla sardı, kollarıyla sıktı, öptü. Fakat bir şey demedi. Burkay’ın öldüğünü görünce gözleri yaşardı. İnci gibi yaşlar aktı. „‟Istırap çekiyorum” diye inledi. Fakat ‟Ben de seni seviyorum‟ demedi.
Burkay ölmekle ıstıraptan kurtulmuş olmadı. Her yıl bahar olup çiçekler açtıkça, Açığma-Kün‟ü görüp sevdiği çam ağacının yanında ruhu dolaşıyor. ‟Istırap çekiyorum. Sen de beni seviyor musun” diye inliyor. O günden bu güne kadar bin yıl geçtiği halde Burkay her bahar orada ağlıyor. Yanında duran Açığma-Kün ‟Sus sus, ben de ıstırap çekiyorum” diye yanıp yakılıyor. Fakat ‟Ben de seni seviyorum” demiyor ve yıllar böylece akıp geçiyor.
Yazar: H. Nihal ATSIZ
Eser: Ruh ADAM, ilk baskı 1972- son baskı 2012, Ötüken Neşriyat, Ankara.